Bu sahneyi çizerken tam anlamıyla Beyaz Geceler romanındaki final sahnesinden esinlendim. Ve Monet’in Nilüfer Gölü eserinin içinde yerleştirdim figürlerimi. Van Gogh’un Yıldızlı Gece sinde Nilifer Gölünün üzerine kapanan köprüde hayat verdim bu sahneye.

Köprüleri çok severim. Nerede bir köprüden geçsem bu romanı konuşurum bana eşlik eden kişiyle. O köprü kırılan umutların, hayal kırıklığının, hüznün hatta hüzünlü kabullenişin köprüsüdür. Bu köprüler bende her zaman hüzne ev sahipliği yapmıştır.
İşte Rakım’ı da bu köprü hayal kırıklığına uğratmıştı. Müjgan Rakım’ın ellerinden kurtulup nasıl da ona koşmuştu. Orada yaşayan bir ölü gibi kalakalmış sadece onları izliyordu. Müjgan’ın yanındaki adamın varlığı, geceyi daha da karanlık ve yıldızları daha da uzak kılıyordu. O an, göldeki nilüferler ve onları aydınlatan ay ışığı bile soluk görünüyordu gözüne.
Köprüler, onun içinde artık kırılan umutların, sessizce fısıldayan hayal kırıklıklarının ve içinde yankılanan yalnızlığın somut ve acımasız tarafıydı. Her adımı ağırlaşırken, Rakım ellerinden kayıp giden o düşleri geri çağırmak istiyordu; ama zamanın acımasız akışı onları çoktan geride bırakmıştı.
Ve o an anladı ki, hayatının en büyük trajedisi küçük bir an da olsa mutlu olduğu zamanı  içinde barındırıyordu. Tıpkı Turganyev’in de dediği gibi “…sırf bunun için yaratılmadı mı o. Bir anlığına da olsa, yakın olmak için senin yüreğine.” Sonuçta bir anlık mutluluk koskoca bir ömürde az şey mi? Koskoca ömrün içinden sızan o küçük ışık. Peki Rakım o küçücük ışıkta yeniden sevebilme cesareti bulabilecek miydi?